4 Temmuz 2009 Cumartesi

Türk Nasyonal Sosyalizmi ve Nurettin Topçu

Türk Nasyonal Sosyalizminin en önemli ismi, hiç şüphesiz Nurettin Topçu’dur.
Nurettin Topçu’nun Anadolu Sosyalizmi fikri Alman Nasyonal Sosyalizminden ayrı ele alınamaz.

Topçu’nun fikirleri, bir yüzünde evrensel çağrışımlar taşırken diğer yüzünde ise ise Milli bir hassasiyete sahiptir.

Topçu’nun II. Meşrutiyet dönemi düşünce akımlarından İslamcılığa ve Turancılığa yönelttiği eleştiriler bilinmektedir. Topçu, ırka dayanmayan bir milliyetçiliği ve Turancılığı hararetli bir biçimde eleştirmiştir. O’na göre, Turancılar, milleti gerçek koşullardan soyutkamışlardır.

‘Bizde Milliyet Hareketleri’nde bu konuyu değerlendirirken şöyle yazmıştır:
‘Türkleri Küçük Asya’da bir millet halinde birleştiren büyük zaruret, toprakla iktisadın bir arada yarattıkları zarurettir. Toprak ve emek birlikleri, dilek birliğini yaratıyor. Bu manada tabiat, insan yaratıcı oluyor. Bu milletin halkını bu toprak yaratmıştır. Bu hakikatten gafil olan memleket çocuğu, zaman zaman Irktan ve vatandan ayrı İslamcılık, yine vatan toprağından kaçan Turancılık gibi bedenden ve kalpten ayrılmış sevdalar peşinde koşmaktan yorulmuş, aldanmış ve memleket mukadderatını her biri bir devirde aldatmıştır. İslamcılar, bu memleket çocuğunu yetiştiren emek ve toprağın hakkını inkar ettiler...Turancılara gelince, bu ülkünün daha hareket noktası çürüktü: Turancılar, ırkı, etnik grubu ve milleti karıştırıyorlardı...Irk ve millet anlayışları çürüktü ve gerçekçi değildi. Gökalp hayalci idi gerçeği tanımıyordu. İnsanın yaşayışında o kadar kuvvetle hakim olan vatan kıymetinin ve iktisadi değerlerin gözünde yeri yoktu. Toplumsal olaylarının doğuşunda sebep olma rolünü bu unsurlara vermedi’.

Özcülük, politik topluluğun gerekçesiz ve tek bir tarih ötesi öze veya cevhere dayandığını iddia eder. Bunların kendinde nesnel olduklarını varsayar. Topçu’da ise kolektivitenin varoluş koşulları çoğu zaman tarihsiz bir cevher teorisiyle açıklanmaz. ‘Benliğimiz’ makalesi, tam bu konuya dokunduğu için uzun bir alıntıyı hakediyor:
‘Bir milletin oluşuma katkıda bulunan sebepler bir değil, çoktur. Bunlar, o milletin kaynaklarından millet halinde kuruluşuna kadar geçirdiği tarihi olaylar, coğrafi ve iktisadi etmenlerdir....Anadolu milletinin soy birliğini kısaca şu ana şema ile ifade edebiliriz: Ta Milat’tan 3, 4, 5 bin yıl evvelinde Orta Asya’dan gelip Basra Körfezi’yle Karadeniz arasında yerleşenler. Sonra da bin yıl evvelden başlayarak ve birçok yollarla zaman zaman Anadolu’ya gelip eski kavimlerle Etilerin yanında yerleşen Müslüman Türkmenler. Bu gelen Türkmenler, Anadolu’da medeniyetlerini kurmuş olan Etilerin çocuklarıyla kaynaşmışlar, onların tekniklerini temsil etmişlerdir. Orta Asya’da yaşayan Türkmen, göçebe iken bir toprak üzerinde durmuş, köy kurmuş, tüccar iken çiftçi olmuş. Demek ki bugün Anadolu’nun kendi milleti olan çiftçi köylüye, Orta Asya’daki Türkmenin çocuğu demekten ziyade, Anadolu’da yaşamış olan ve Anadolu’yu kurmuş, ilerletmiş olan kavimlerin çocuğu, Anadolu tarihinin çocuğu demek daha doğru olur...Hakikatte Müslüman Anadolu’nun devam ettirip bize bıraktığı tarihin köklerini, milli tarihimizin ilk temellerini ve başlangıçlarını İslam’dan evvelki Anadolu’da aramak lazımdır’.

Bu pasaj dikkatle okunduğunda, Topçu’nun Mavi Anadolucularla karşılaştırılmamasına hayıflanan yazarın kaygısı anlaşılabilir hale geliyor. Anadoluculuğun mümeyyiz vasfı, özcülüğe karşıt bir çizgide gelişmiş olmasıdır. Anadolucular, ne İslamcılar gibi tarihselliği yok sayarak asrı saadet cevherlerinin arayışına giderler, ne de Türk’ün unutulmuş vasfının veya cevherlerinin tarih ötesi bir fanustan kotarılabileceğini düşünürler. Millet ve onu oluşturan ekonomik ve coğrafi şartlar önemlidir onlara göre. Topçu, bir Türk milletinden değil Anadolu milletinden bahsederken kelime oyunu yapmıyor. Nurettin Topçu, şüphesiz ki bir Türk Irkçısıdır. Ancak O’nun ırkçılığı, aynı zamanda bir Anadolu Irkçılığıdır.
Topçu için Türklük, Anadolu insanı ve gerek eski gerekse yeni kültürü..Hepsi birbiri ile kaynaşmış bir bütündür. Türklük ise bütün bunların toplamıdır.

Nurettin Topçu ve Millet Görüşü

Nurettin Topçu, “Ana soyuna dışarıdan karışanların onun geçmişine ve geleceğine ait mesuliyetler sahip olmadıkları için” millet hayatı açısından bozucu etkide bulunduklarını söylüyor.
Topçu, yabancıların milleti bozucu etkisine Osmanlı Devleti’nden örnek veriyor.
‘Bu yabancılar köylü olmadıklarından ve yalnız devlet mevkileri için büyük şehirlere barınmış bulunduklarından kolaylıkla devlet idaresini aldılar’
Bu noktada Osmanlı Devlet idaresinde büyük yer tutmuş Arap kökenli Ulemayı hatırlatmak yerinde olacaktır.
Türk İslam Anlayışının ve Türk Kültürünün yozlaşması ve Anadolu’da Türk katliamlarının ve mezhep savaşları; Arap kökenli yönetici ve şeyhülislamların ve Osmanlı Yönetimine sızması ve Arap Anlayış ve Kültürünün, Türk Devlet Yönetiminde etkin olmasıyla başlamıştır.

Nurettin Topçu, Irkın korunulması gerektiğini şu şekilde ifade etmiştir.

“Bugün bir milletin içinde birçok soylardan insanların karıştığını görüyoruz. Bazı yerlerde milletin ana soyuna dışardan karışanlar onun geçmiş ve geleceğine ait mesuliyetlere sahip olmadıkları için hayatını her sahada zehirleyici tesir yapıyorlar. O millete felâket getiriyorlar.”

Evrensel sorumluluk ve insanlığın kurtuluşu gibi öğeler
Ancak Topçu’nun Irkçılık ve Milliyetçilik anlayışını, Batı tarzı bir Emperyalizm içermiyordu. Tersine savunmacı bir temel üzerine kurulmuştu.

Nurettin Topçu’nun Irkçılığı ve Milliyetçiliği, “Evrensel sorumluluk ve İnsanlığın kurtuluşu” gibi öğelerden bağımsız düşünülemez.

Nurettin Topçu ve Anti-Semitizm

Bazıları ve Topçu’yu yeminli ve doğuştan bir Yahudi düşmanı olarak göstermek gayretinde. Anti semitizmine kanıt olarak ise “İnsanlar ve Yahudiler”, “Para ve Yahudi”, “İslam Davası ve Yahudilik” gibi makalelerin tarihini hem dipnotlarda veriyor hem de ilk yayın tarihlerini değil 1999 baskılarını kullanıyorlar-başka bir makalenin -“Sosyalim ve Şekilleri”- ilk yayın yeri ve tarihine duyarlı olmasına rağmen..
Topçu’nun ciddi bir anti semitizm izleğine sahip olan bu makaleleri tarihsel bir çözümlemeye dahil edilmiş olsaydı, daha farklı bir manzara ortaya çıkabilirdi. Adı geçen makaleler, 1967 yılının birbirini takip eden üç ayında (Temmuz, Ağustos, Eylül) yazılmıştır. Yirminci yüzyıl siyasi tarihine ilgi duyanlar bilirler ki, bu tarihler İsrail’in Arapları bozguna uğrattığı, topraklarını dört misli daha genişlettiği, Gazze ve bütün Sina Yarımadasını ele geçirerek Süveyş Kanalı’na dayandığı ve Kudüs’ü ele geçirdiği yılın aylarına denk gelmektedir. Topçu, bu yazılarda siyasi tarihsel olaylardan bahsetmektedir. Yazar, tarihe ilgi duymasa bile değerlendirdiği düşünürün hangi zaman ve mekanda, hangi etkiler ve tepkilerle yazdığına ilgi duyabilirdi. Böylece, Topçu’nun tepkisi Yahudi düşmanlığı olarak değil, konjonktürel bir tepki olarak görebilir veya Yahudi Komplosuna karşı bir uyanış ve buna karşı bir tepki olarak görülmelidir.

İşin ilginç tarafı, Topçu ve Ortadoğu sosyalizmlerinin karşılaştırılması gerekliliğine yapılan tutkulu çağrıyla ilgilidir. 1948-1968 (İsrail Devleti’nin kuruluşu tarihi şehrin işgali) yılları arasındaki Ortadoğulu sosyalistlerin yazılarının hızlı bir taraması yapılsa, büyük olasılıkla karşılaştırılabilecek bir sosyalist düşüncenin olmadığına hükmedilebilirdi. Başka deyişle, Topçu’nun eriyen sosyalizminin yanında buharlaşan bir Ortadoğulu sosyalizmler ile mukayesinin her iki birimi de kaybedilmiş olurdu.

Sosyalizm ve Liderlik

Nurettin Topçu düşüncesinin başlıca motiflerinden olan İslam mistikliğiyle sosyalizmi bağdaştırması dikkat çekicidir. Sezgici ve mistik felsefeyi reddetmemekle birlikte rasyonel planlamayla toplumsal değişimi gerçekleştirme düşüncesinden de vazgeçmemektedir.

Topçu, tarihsel olarak Türkiye’de işçi sınıfının güçlendiği bir dönemde yaşamış ve yazmıştır. On binlerce işçinin sokaklarda yürüdüğü, grevlerin toplumsal mücadelede bir silah haline gelebildiği bir tarihsellikte (1961 tarihli) ‘Ahlak Nizamı’ makalesinde şöyle yazmıştır:
“Halk çevriliyoruz, cemaat sarhoştur, kendine gelemeyecek kadar sızmış bir halde. Kime yakaralım? Nereye çevrilelim?”

Topçu işçi sınıfının gücünü açıkça duyurduğu bir dönemde halkın politik bilinçsizliğinden bahsetmektedir. Bir bakıma, Yön Hareketi’nin de düştüğü ve fakat Mehmet Ali Aybar’ın İşçi Partisi’nin uyanık olduğu bir tuzağa düşmüştür. Bir farkla, Yön Hareketi’nin Kemalist kadrolara inancı Topçu’da yön değiştirmiş ve terimin felsefi anlamıyla idealist bir seçkinler topluluğunun kurtarıcılığına dönüşmüştür.
Topçu, Milletin kurtuluşunun ancak İdealist, Eğitimli ve Bilinçli Seçkin Kadrolarca gerçekleştirilebileceğini savunur.

Sosyalist literatürde sıklıkla eleştirilmiş ancak “Doğru bir Tespit” olan bu fikrin Kadro Hareketi’nin ana yönü olduğu bilinmektedir. Nesnel koşulların Batı Avrupalı karşılıklarına göre gelişmediği bir toplumsal durumda sosyalizm ile elitizm ve milliyetçilik arasındaki ayrımlar bulanıklaşmaktadır., Toplumsal sınıfların görece gelişmediği ve milletin “eğitim ve bilinç” düzeyi düşük olduğu gözönüne alındığında bu yaklaşımlar doğaldır.

Sosyalizm, Milliyetçilik ve Dindarlık: Analiz

Bir teorinin nasıl katmanları varsa, felsefi merkezi ve politik stratejik bir çevresinin olduğu düşünülebilir. Örneğin, felsefi açıdan diyalektik materyalizmi ve devrimciliği merkeze alan bir teoride yeniden dağıtımın devlet aracılığıyla (reformla) yapılmasına ilişkin bir politik strateji varolabilir. Politik strateji, verili tarihsel durumdaki toplumsal ve politik güçlerin durum değerlendirmesi değerlendirilerek teorinin eğip bükülmesidir bir bakıma. Örneğin, Refah Devleti’nin neoliberal eleştirisi karşısında yeniden dağıtımcılığa sığınan sosyalist düşünürlerin konumu budur. Engels’in referans yapılan pasajı ya da reformun kabul edilebileceği tarihsel durumlara dair diğer pasajları, felsefi merkez ile politik strateji arasındaki ilişkiden kaynaklanmaktadır.

Topçu’nun ırkçı politik stratejisi, felsefi merkezinde yer alan hümanizm ile gerilim oluşturmaktadır. Çatışma, insanlığa sevgi besleyenler yaşayan insanların hepsini sevmeli midir? sorusundan kaynaklanmaktadır veya kötülük problemiyle ilgilidir.

Topçu, merkezdeki tasavvufun geniş görüşlülüğüyle devrimcilik arasında bir tezada düşmüştür. Bu tezat -soyut insanlığın sevilmesi ama yaşayan insanlığın bir bölümüne karşı kurtarılmasının planlanması- ideolojilerin tarihselleşmesi sırasında yaşanan bir çelişki değil midir? Eylemci strateji belirlenmesi aşamasında her ideoloji kötülük problemiyle yüzleşmek durumundadır. İdeolojilerin sınıflandırılmasındaki ölçüt ise, kurtarılan-kurtulunan konusundaki nitelemelerdir. Topçu’nun nitelemelerinde ekonomik kategorilerin önemi tartışılmazdır. Asıl eleştiri, homo economicus’a yönelmektedir. Yahudi’de homo economicus’un örneğini bulmaktadır. ‘Bizde Milliyet Hareketleri’nde şöyle yazmıştır:
‘En güzel örneğini Yahudilerde gördüğümüz tüccar milletlerle ahlaki bir medeniyet kurulamazdı. Burjuva demek demek, zekanın zorbalıklarıyla istismar eden demektir. İnsanlığı kurtaracak olan ahlaki medeniyetin, toprağa yerleşmiş, kaynaşmış bir uzviyet olan ve kan dökmeyi haram sayan Asya’nın yarınki uyanışından doğacağına inanıyoruz’.

Kan dökmeyi haram sayan Asya insanlık ideallerinin gerçekleştirileceği bir düzeni hangi metodla kuracaktır? Toprağa yerleşmiş, kazma seslerinin şıkırtısını bir ilahi olarak duyan eşit insanlar cemaati nasıl kurulacaktır? Topçu, İslam tasavvufu ile devrimcilik veya ek olarak hayranı olduğu Gandici pasif devrim metodu ile aktif devrimcilik arasında sıkışmıştır. Cemil Meriç’in Arthur Koestler’dan mülhem ifadeleriyle, Yogi ile Komiser arasında ya da Gandi ile Lenin arasında. Topçu’ya içkin karanlıkların tespiti bu muhasebeyle birlikte götürülmelidir. Karanlıktan aydınlığa çıkış da bu genel ve can alıcı problemi dikkate almak veya çözmekle yakından ilgili görünüyor...